Türkiye'de su alanındaki en önemli isimlerden biri olan Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Demir, öğrencilere suyun önemini anlattı. OMÜ Güzel Sanatlar Fakültesindeki 'Suya Bakış' isimli konferansa Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Eker, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı.
Dekan Prof. Dr. Yusuf Demir konferansında Türkiye’nin içme suyu ve tarımsal su potansiyeli ile hidroelektrik enerji ihtiyacını öne çıkararak “Ülkemizin içme suyu ihtiyacının planlanmasının yanı sıra hidroelektrik enerji ihtiyacının azalan yağışlara göre alternatif enerji üretim sistemlerine kaydırılması ve tarımsal su kullanımının da kuraklığın gereklerine uygun hâle getirilmesi gerekmektedir.” dedi.
Suyun akışkanlık özelliğine vurgu yapan Demir, "Sıvıları su ile karşılaştırdığımızda ortaya çok büyük büyük farklar çıkar. Çünkü su, katrandan 10 milyar kat, gliserolden bin kat, zeytinyağından yüz kat ve sülfürik asitten de 25 kat daha akışkandır. Eğer akışkanlığı daha yüksek olsaydı, su, hayat için uygun bir temel olma özelliğini kesinlikle yitirirdi. Örneğin akışkanlığı sıvı hidrojen kadar yüksek olsaydı, canlıların yapıları, tahrip edici etkiler karşısında çok daha şiddetli hareketlere maruz kalacaktı. Hassas moleküler yapıların su tarafından desteklenmesi mümkün olmayacak, canlı hücresinin son derece hassas olan yapısı yaşamını sürdüremeyecekti. Öte yandan, suyun akışkanlığı biraz daha az olsaydı, proteinler, enzimler gibi makromoleküllerin ve özellikle mitokondri gibi özelleşmiş yapılar ile küçük organellerin kontrollü hareketleri imkânsız hale gelecekti. Aynı şekilde hücre bölünmesi de imkânsızlaşacaktı. Hücrenin tüm yaşamsal faaliyetleri fiilî olarak donacak ve bizim bildiğimize benzer bir hücre yaşamı mümkün olmayacaktı. Hücrelerin embriyogenez (anne rahmindeki gelişim) sırasındaki hareket etme ve sürünme yeteneklerine bağlı olan daha yüksek organizmaların gelişimi ise suyun akışkanlığının çok az bile daha düşük olması durumunda, kesinlikle gerçekleşemeyecekti. Bir kılcal damar sistemi, ancak kanalların içine pompalanan sıvının yüksek bir akışkanlığa sahip olması durumunda çalışır. Yüksek akışkanlık çok önemlidir, çünkü sıvının damar içindeki hareketi, sıvının akışkanlığına doğru orantı ile bağlıdır. Buradan açıklıkla görmek mümkündür ki, eğer suyun akışkanlığı sadece birkaç kat daha fazla olsa, kılcal damarlardaki kan akışı için çok büyük bir pompalama basıncı gerekecek ve herhangi bir kılcal damar sistemi işlemez hâle gelecektir. Eğer suyun akışkanlık değeri biraz az olmuş olsa ve en küçük kılcal damarın çapı 3 mikron yerine 10 mikron olmak zorunda kalsa, bu kılcal damarlar, yeterli oksijen ve glikoz oranını ulaştırabilmek için (beslemeleri gereken) kas dokusunun neredeyse tamamını kaplayacaklardı. Açıktır ki, bu durumda geniş yaşam formlarının dizaynı imkânsız hale gelecek ya da olağanüstü derecede sınırlanacaktı. Dolayısıyla, suyun hayata uygun bir temel olabilmesi için, akışkanlığının şu anda sahip olduğu değere çok çok yakın olması zorunludur." diye konuştu.
Suyun insan yaşamı için önemine değinen Demir, "İnsan vücudunda bütün temel yaşam fonksiyonları su ile gerçekleşmektedir. Vücudun; çocuklarda yüzde 70, yetişkinlerde yüzde 60, yaşlılarda ise yüzde 50'si sudan oluşmaktadır. Bir insanın her gün ortalama 1,5 - 2 litre su tüketmesi gerekir. Bir yetişkin günde yaklaşık 10 bardak su kaybeder. Dolayısıyla günde ortalama 10 bardak su içmelidir. İnsan vücudu makineye benzer. Su, bu makinenin dişlilerinin dönmesini sağlayan maddedir. İnsan, vücudundaki karbonhidratların ve yağların tümünü, proteinlerin yarısını, suyun yüzde 10'unu yitirirse yaşamı tehlikeye girer. Günde sekiz bardak su içerseniz, daha verimli çalışırsınız, cildiniz tazelenir, gözünüzün ihtiyacı olan su karşılanır, kan değerlerinizi düzenler, kaslarınızı korur, enerjinizi yükseltir, solunum yollarını destekler, reaksiyonları hızlandırır, eklemleri güçlendirir." şeklinde konuştu.
Su içme alışkanlığının geliştirilmesi gerektiğini belirten Demir şöyle devam etti: "Her sabah iş yerinize geldiğinizde su içmeyi alışkanlık hâline getirin. Masanızın üzerinde temiz ve tercihen cam bir şişede su bulundurun. Çay ve kahve diüretik içeceklerdir. Yani vücuttan su atımına sebep olurlar. Çay/kahve kupanıza bir defasında çay, diğerinde su koyarak içiniz. Böylece çay/kahve tüketiminiz yarıya inecek ve su tüketiminiz de artacaktır. 'Su içmeyi unutma' şeklinde notlar aldığınız post-it kağıtları monitörünüze, arabanızın camına yapıştırabilir, cüzdanınızın içine koyabilirsiniz. Her akşam iş yerinizden ayrılırken su içmeyi alışkanlık hâline getirin. Her sabah kalktığınızda ilk işiniz su içmek olsun. Her gece yatmadan önce mutlaka bir bardak su için. Çantanızda minik bir şişe su bulunması oldukça faydalı olacaktır. Arabanızda her ihtimale karşı en az 1 şişe içme suyu bulundurun. İş yerinde sigara molası yerine su molası verin."
Türkiye'deki su tüketimine değinen Demir, "Ülkemizde 45 milyar metreküp su kontrol altındadır. Bu kaynağın 33 milyar metreküpü her yıl tarım sektörüne tahsis edilmektedir. Tarımda ortalama sulama randımanı yüzde 43’tür. Diğer bir deyişle her yıl tarım sektöründe 19 milyar metreküp su boşa harcanmaktadır. Buna göre tarımda israf edilen su kaynağı neredeyse evsel ve endüstriyel kullanımın iki katı kadardır." bilgilerini verdi
Sulak alanların yaklaşık yarısının son 100 yılda yok olduğunu söyleyen Demir şöyle konuştu: “Dünyada tatlı su balıklarının yüzde 20'si kayboldu. Ormanların yarısı tüketildi. Ağaç türlerinin yüzde 9'u yok olma riskinde. Balık alanlarının yüzde 70'i aşırı avlanmaya maruz. Son 50 yılda tarım alanlarının 2/3'ü erozyonla verimsizleşti. Orman alanlarının 1/3'ü tarım alanına dönüştü. Bu manzaranın Türkiye'ye muhtemel etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz; sıcaklıklar artacak, GAP yöresinde alarm, turizme büyük darbe, Uludağ eriyecek, Kuş Cenneti yok olacak, fındık ve çay Karadeniz'i terk edecek, hamsi tehlikede, kaplumbağalar gelemeyecek, en hızlı çölleşen yerler, pamuk üretim alanları kuzeye göçecek, şeker üretimimiz azalacak, gıdada dışa bağımlı olacağız, hastalıklar ve zararlılar artacak, iklim göçleri artacak, iklim savaşları çıkabilir, orman yangınları artacak, su fakiri olacağız, çöl tozları yağacak, hastalıklar afetlerle birlikte artacak, göller kuruyor. Elimizdeki veriler, Türkiye’nin 2007-2008’den sonra 2013-2014 döneminde de ciddi bir meteorolojik kuraklık yaşadığını göstermektedir. Son dönemde yaşamakta olduğumuz kuraklık, kış yağışlarının önemli ölçüde azalmasıyla meteorolojik kuraklıktan tarımsal ve hidrolojik kuraklığa dönüşüme işaret ediyor. Yakın gelecekte iklim değişikliği ile birlikte bu kuraklıkların uzun dönemlerde tekrarlanan bir doğa olayı olmaktan çıkarak gündelik yaşamımızın bir parçası hâline gelmesi beklenmektedir. Dolayısıyla, ülkemizin içme suyu ihtiyacının planlanmasının yanı sıra hidroelektrik enerji ihtiyacının azalan yağışlara göre alternatif enerji üretim sistemlerine kaydırılması ve tarımsal su kullanımının da kuraklığın gereklerine uygun hâle getirilmesi gerekmektedir."
Su savaşı tehdidinin nedenlerine değinen Demir, bu faktörleri şöyle sıraladı: "Yeryüzünde suyun dengeli ve eşit dağılmaması. Nüfusun artması ve teknolojinin gelişimi ile dünyada her gün su kullanımının artması. Yeryüzünde yaşanan çevre sorunları, kirlenme ve bunun oluşturduğu küresel iklim değişimi. Sınırı aşan su kullanımı. Kutuplarda ve buzullarda bulunan tatlı sular.” ifadelerini kullandı.
Dekan Yusuf Demir konferansının devamında alınacak tedbirlere dair şu sözlere yer verdi: "Su yasasının çıkarılması, yeşil enerji üretimine yönelinmesi, düşük maliyetli damla sulama sistemleri gibi basınçlı sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması, tarımda sulama oranının yüzde 10-15 iyileştirilmesi ile 2025 yılına kadar kentsel ve sanayi su ihtiyacını karşılayıcı önlemlerin alınması, kentlerin su şebekelerindeki yüzde 25-50’lik kaçak ve kayıpların önlenmesi, yer altı sularının bilinçli, tekniğine uygun kullanılması ve korunması, kaynak sularımızın korunması ve yok olmasının önüne geçilmesi, beslenme alışkanlıklarının olabildiğince bitkisel besin lehine yönlendirilmesi, zira 10 gram protein için buğday 135 litre, sığır eti bin litre su ister. Su hasadı çalışmalarına önem verilmesi, sürdürülebilir su politikalarının geliştirilmesi gibi saydığım bütün bu önlemler, felaket senaryolarının önüne geçebilir."
Su tasarrufu konusunda da uyarılarda bulunan Prof. Dr. Yusuf Demir "Tarım teknolojisinde az su tüketen sulama yöntemleri ile damla sulama ve püskürtme gibi basınçlı sulama yöntemlerin geliştirilmesi, sanayi sektöründe az su kullanan üretim teknolojisinin geliştirilmesi, geri kazanımlı su yöntemlerinden yararlanma, ev idaresinde musluklara, duş başlıklarına havalı ek gereçler takılması, tuvalet rezervuarlarının hacimlerini 9 litreye kadar küçülten teknolojinin kullanılması neticesinde yüzde 50-60 su tasarrufu sağlanabileceği hesaplanmıştır.” diyerek konferansını bitirdi.