Ondokuz Mayıs Üniversitesinin (OMÜ); Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da ulusal kurtuluş mücadelesini başlattığı Samsun’da, 100. yıl onuruna yürüttüğü faaliyetler serisi “100. Yılında Millî Mücadele” paneli ile devam etti.
Bu kapsamda ulusal bilincin güçlendirilerek gelecek kuşaklara aktarılmasını misyon edinen OMÜ, bünyesindeki fakülte ve diğer birimlerle kurtuluşun ve kuruluşun miladı olan 19 Mayıs 1919’un birinci asrını, birbirinden farklı etkinliklerle karşılıyor. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü de düzenlediği “100. Yılında Millî Mücadele" adlı panelde alanında uzman akademisyenleri bir araya getirdi.
Fakülte bünyesindeki Prof. Dr. Fevzi Köksal Konferans Salonu’nda düzenlenen ve Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nedim İpek’in moderatörlüğündeki panelde; OMÜ öğretim görevlileri Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut, Prof. Dr. Serpil Sürmeli ve Prof. Dr. Önder Duman panelist olarak yer aldı. Paneli; Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bekir Batı, akademisyenler ve öğrenciler takip etti.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından başlayan panelin açılışında konuşan moderatör Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nedim İpek, ulus devlet oluşumundan bahsedip, 1. Dünya Savaşı’nın aslında geleneksel devletlerle emperyalist devletlerin mücadelesine sahne olduğunu belirterek “Emperyalist devletlerin amacı; geleneksel devletleri kendi güdümlerinde ulus devletlere dönüştürmekti; buna tek itiraz ise Türkiye’den gelecektir. Yine 2. Dünya Savaşı’nda da benzer bir yapılanmanın olduğunu görüyoruz ve dünya bloklaşmaya doğru gidecektir. İşte hepimizin bildiği gibi Doğu Bloğu ve Batı Bloğu olmak üzere ikiye ayrılacak, 1990’lardan sonra da Doğu Bloğu yıkılacaktır. Bunları iyi irdeleyebilmek için de tarihi çok iyi bilmek gerekiyor. Millî Mücadelemiz sadece bizler için değil, dünya açısından da örnek teşkil edecek bir mücadeledir. Mustafa Kemal, kurtuluş mücadelesinde millî devleti şekillendirerek, bence ulus devlet modelinde yeni bir marka oluşturmuştur.” dedi.
İlk panelist olarak söz alan Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Önder Duman, sunumunda Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi ekseninde mütareke ile Atatürk’ün Samsun’a çıkışı arasında kalan döneme dair bilgiler paylaşırken İtilaf Devletleri’nin Samsun’a yönelik giriştikleri faaliyetler, bölgedeki Rum çeteleri ve bölgenin mevcut durumuyla ilgili bazı tespitlerde bulundu. Samsun’un tarihî ve stratejik öneminden söz eden Prof. Dr. Duman “İngilizler, Samsun ve çevresini eğer elde tutabilseydi muhtemelen Mondros’un 7. maddesine dayanarak Anadolu’nun işgalinde yapılacak bir sevkiyatta, Samsun ciddi anlamda bir merkez, bir ihraç iskelesi konumuna gelebilirdi. İkinci önemli husus ise Samsun’un nüfus yapısıyla alakalı. Samsun ve çevresindeki Pontusçuluk çalışmaları 1. Dünya Savaşı boyunca Rusya’nın himayesinde oldukça etkili oldu. Hatta bölgede sayıları 10 bini bulan Rum çetecileri Ruslarla iş birliği hâlinde Osmanlı’nın 3. Ordusunun geri bölgesinde çok ciddi bir asayiş sıkıntısı yarattılar. Rusya eğer savaştan çekilmeseydi bölgede ciddi bir işgal sorununu beraberinde getirebilirdi.” diye konuştu.
O döneme ait resmî belgelerle bölgenin atmosferini aktaran Prof. Dr. Duman bu süreci şu sözlerle özetledi: “Bölgede bir Amerikan tütün şirketi var. Bu şirketin yetkililerinin İstanbul’a gönderdiği bilgiler var. Mesela bu tütün şirketi İngiliz İşgal Komutanlığına diyor ki: ‘Bölgedeki Türkler silahlandırılıyor ve Hristiyanları katletmek için planlar yapılıyor.’ Âdeta 7. maddenin Samsun ve civarında uygulanması için açıkça çağrı yapılıyor. Bu çağrılar o kadar aleniyet kazanıyor ki İngilizler Samsun ve çevresine 200 kişilik birlik çıkarıyor ve bu sayı 450 askere kadar ulaşıyor. Bölgede artık İngilizler, deyim yerindeyse İstanbul’dan sonra Samsun ve çevresinde de ‘de facto’ (fiilen) bir işgal başlatmış oluyorlar. Tabii bu 'de facto' işgal, şehirdeki Rumlar ve Ermeniler arasında büyük bir sevinci de beraberinde getirecektir.”
Bölgedeki Rum çetelerinin faaliyetleri sonrasında oluşan beklentilerden ve o dönemin koşullarından söz eden öğretim üyesi Duman devamında “Burada temel beklenti şu: Türklerin karşı koymasını sağlamak ve dolayısıyla bir asayiş sorunu yaratarak Mondros’un 7. maddesini uygulatmak. Bu sırada Türk ahali çaresiz. 15. Fırka bölgededir ama bu fırkanın asker sayısı 3 ay içerisinde firarlar nedeniyle bölük seviyesine düşmüştür. Türkler çözümü şurada bulacaktır: Kendi aralarında para toplayarak Trabzon’dan, Giresun’dan para mukabilinde kendilerini korumak için Türk çeteler celbedecektir. Mesela Trabzonlu meşhur Topal Osman Ağa’nın adamlarının bu dönemde Samsun ve çevresinde, bilhassa Bafra’ya gelip Rumlara karşı faaliyet yürüttüğünü görüyoruz. Rum çetelerine karşı Mustafa Kemal’in çok önemli tedbirleri var. Özellikle beraberindeki Refet Bey’in ve daha sonra mutasarrıflık görevine getirdiği Hamit Bey’in bu tedbirlerde çok önemli rolleri olmuştur.” bilgisine yer verdi.
Diğer panelist Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut da Atatürk’ün 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelişinden 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışına kadar olan zaman diliminde yaşanan birtakım olayların detaylarına değindi. Mustafa Kemal’in, Padişah Vahdettin’in fahri yaveri olmasından silah arkadaşlarıyla yaptığı hazırlığa kadar geniş bir yelpazede yaşanan olaylardan anekdotlar aktaran Prof. Dr. Akbulut, Mustafa Kemal’e o dönemde mülki taksimatın dörtte üçünün verildiğine dikkat çekerek bu süreci şöyle anlattı: “Osmanlı Anadolusuna baktığımız zaman diğer sancakları ve vilayetleri bir arada ele aldığımızda Osmanlı Anadolusu o zamanki mülki taksimata göre 11 vilayetten oluşmaktadır. Çünkü İzmir’i, Antalya’yı saymıyoruz, bunları çıkardığımız zaman geride kalan 5 vilayet dolaylı olarak Mustafa Kemal Paşa’ya bağlıydı ki 2 de sancağı vardı. Bir de doğrudan doğruya yine ona bağlı Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara ve Kastamonu vilayetleri mevcut. Bu illeri de dâhil ettiğimiz zaman, mülki taksimatın dörtte üçü Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verilmiş oluyordu ve bu çok büyük bir yetkiydi.”
Türk ordusunda Mütareke Dönemi’ndeki değişimi katılımcılarla paylaşan Prof. Dr. Akbulut bu değişimi “Şimdi ordu ne yapar, asker ne yapar? Ülkeyi korur, ancak o zamanki kadro diyordu ki biz askerî birlikleri iç kısımlara çekelim, buraları düşmana kaptırmayalım. Mondros Mütarekesi döneminde ne kadar ordumuzun ya da kolordumuzun bulunduğuna dair bir kayıt yoktu. Mütareke imzalandıktan sonra İngilizlerle oturuldu ve konuşuldu; peki ne yapılacak? 9 kolordu ve 20 tümen şeklinde bir düzenlemeye gidildi. İngilizlere bu sistem kabul ettirildi. 20 tümen ama bir tümen aşağı yukarı 10 bin askerden oluşur. Dediler ki size 1550 tüfek yani muharip kısma dağıtılacak ama bunların bir de artçı birlikleri vardı. Sonra ne yapıldı? Kolordu sisteminden ordu sistemine geçildi. Arkasından ordu müfettişliği ihdas edildi.” sözleriyle aktardı.
Mustafa Kemal’in Nutuk öncesi hatıralarından referansla Padişah Vahdettin’le olan görüşmesinden bahseden Prof. Dr. Akbulut “Padişah Vahdettin, görüşmede kendisinden daha büyük hizmetler beklediğini söylüyor. Mustafa Kemal de bahsettiğim hatıralarında bu durumu ‘Ben şimdi Anadolu’ya gidecektim. Anadolu’da bulunduğum sırada ben İstanbul’un emirlerine ne kadar uyacak olursam o kadar vatanı kurtaracaktım’ sözleriyle izah ediyor. Aslında vatanı kurtarmak diye söylenen söz bundan ibarettir.” şeklinde konuştu.
Son konuşmacı Prof. Dr. Serpil Sürmeli ise sunumunda kayıtlara Çanakkale Krizi olarak geçen hadiseye odaklanırken bu olayın, Büyük Taarruz’un hemen akabinde yaşanan krizden kaynaklandığını söyledi. Mustafa Kemal’in, Büyük Taarruz kazanıldıktan sonraki ünlü ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” komutunu hatırlatan Prof. Dr. Sürmeli, Atatürk’ün bu emri vermesinin nedenini şu sözlerle dile getirdi: “Mustafa Kemal neden bu emri veriyor? Çünkü en büyük endişesi şu: Yunanlıların Trakya’dan getirecekleri kuvvetlerle Eskişehir’deki kuvvetleri birleştirip İzmir’in kuzeyinde yeni bir cephe açma tehlikesi. Bu tehlikeyi tamamen zamanında izole etmek için de özellikle ordunun yürüyüşüne devam etmesi emrini verecek ve işte ondan sonra da bu kriz çıkacaktır çünkü ordu Yunan işgalindeki sahaya girecek, tek tek şehirlerimizi kurtaracak ve Çanakkale önlerine kadar gelecek. Peki Mustafa Kemal Paşa’nın istediği şey nedir? İstediği şey Misakımillî’de sık sık vurguladığı 1914 sınırları yani savaştan önceki sınırlar, peki nerede? Doğu Trakya’da. Doğu Trakya sınırlarını tamamıyla ele geçirmek ve elverişli şartlarda İtilaf Devletleri ile masaya oturmak.”
Türk ordusunun ilerleyişi karşısında İngilizlerin telaşa kapıldığına işaret eden Prof. Dr. Sürmeli, İngiliz Hükümetinin gerekirse Türklerle savaşı göze aldığını vurgulayarak devamında “Bu politikanın nedeni, İngiliz Hükümetinin Türklere karşı olan düşmanlığıydı. Aynı şekilde Winston Churchill’in 1915’te olduğu gibi 1920’de de bu konuda ısrarcı bir politika izlemekte olduğunu görüyoruz, tıpkı o dönemin İngiltere Başbakanı Lloyd George gibi. Mustafa Kemal Paşa da çok kararlı, İstanbul’daki Yüksek Komiserliğin, Türk birliklerinin tarafsız hattı yani Çanakkale’yi ihlal etmemesi doğrultusunda verdiği ültimatoma karşı cevabı ‘Tarafsız hattı tanımıyoruz’ şeklindedir.” diye konuştu.
İngiliz Kabinesinin savaşı yeniden göze alması karşısında İngiliz kamuoyunda ve basınında büyük bir tepkinin doğduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sürmeli, İngiliz Daily Mail gazetesinin “Çanakkale’de yeni bir savaş istemiyoruz, savaşı durdurun” başlıkları attığını ve bu yöndeki hoşnutsuzluğu yansıttığını kaydetti.
Öğretim üyesi Prof. Dr. Serpil Sürmeli, Mustafa Kemal’in tarafsız hat konusundaki tutum ve kararlığı sonucunda Mudanya Mütareke’siyle Doğu Trakya’nın çatışmasız elde edildiğine işaret ederek o döneme ilişkin yaşanan gelişmeleri “Mustafa Kemal Paşa bunu başarmıştır. Onun bu politikası, siyasi zaferle sonuçlanmıştır. Şunu da vurgulamak gerekir ki İngiliz Kuvvetleri Başkomutanı General Harrington’a Türklerle savaş konusunda bir telgraf gelmiştir ancak Harrington, hükümetin bu telgrafını cebine koyacak ve bu emri uygulamayacaktır yani o da bu konuda kararlıdır. İngiliz kaynakları şöyle söyler: ‘Çanakkale Krizi - bizim ifademizle Çanakkale Olayı - Koalisyon Hükümetinin tabutuna son çiviyi çakmıştır.’ Peki General Harrington için ne der? ‘Başbakan’ı yani Lyloyd George’u hata yapmaktan kurtaran adam’.” anekdotlarıyla aktardı.
Panelin kapanış konuşmasında düşüncelerini ifade eden Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bekir Batı, 19 Mayıs’ın 100. yılında Tarih Bölümünün düzenlediği bu etkinliğin son derece anlamlı ve değerli olduğunun altını çizerken “19 Mayıs 1919, tabir yerindeyse düşen bir milletin ayağa kalktığı bir tarihtir ve Cumhuriyetimizin ilk adımıdır. Bugün eğer bu ülkenin kıymetini bilmek ve anlamak gerekiyorsa nasıl kurulduğunu da bilmek gerekir. Hocalarımıza, engin birikimleriyle bizlere aktardıkları birbirinden değerli bilgiler ve bu Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bizlerle paylaştıkları için şükranlarımı sunuyorum.” sözlerine yer verdi.