İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabul edilmesinden bu yana kutlanan İnsan Hakları Günü; insanların dili, dini, rengi, ırkı, cinsiyeti ya da siyasi görüşü fark etmeksizin sadece insan olmalarından dolayı eşit haklara sahip olmaları gerektiği gerçeğine atıfta bulunan ve insanlık tarihi açısından önemli bir dönemeç niteliği taşıyan bir gündür.
Bu gün, insanların haklar, özgürlükler ve onur bakımından eşit varlıklar olduğuna yönelik önemli bir hatırlatma olmasının yanı sıra aynı zamanda bu yönde son derece güçlü bir çağrı niteliği taşımaktadır.
Esas kritik nokta ise bu çağrıyı çok daha vurgulu biçimlerde uluslararası kamuoyunun gündemine ve eylem sahasına sokabilmektir.
Çünkü bugün dünyada içinde bulunduğumuz duruma bakıldığında, insanların; dininden, dilinden, milliyetinden, yaşadığı coğrafyadan vb. kaynaklı olarak insan olmanın getirdiği birçok haktan mahrum bırakıldığı, binbir acıya ve zulme terk edildiği, maruz kaldığı ve hatta bunlara göz yumulduğu bir insanlık durumunun varlığından söz edilebilir.
Minik bedeni karaya vuran Suriyeli Aylan bebeğin suretinde “insan hakkının” ne denli kifayetsiz kaldığı ya da insan haklarının dünyanın sadece belirli bir bölgesinde ve belirli milletten insanlar için mi geçerli olduğu sorusunun akılları ve vicdanları karaya oturttuğu bir dünya içinde yaşıyoruz, maalesef!
Öte yandan; özellikle Batı’da İslamofobi ile cisimleşen düşmanlık ve ayrımcı uygulamalar da insan haklarını mercek ile arar duruma geldiğimiz bir dünya sistemine işaret ediyor.
Dünya savaşları sırasında ve sonrasında insanoğlunun yaşadığı acıların hem son bulmasını hem de tescilinin ruhunu yansıtan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin tüm dünya ölçeğine ve ırkı, dini, dili, cinsiyeti, görünümü, yaşadığı yer ya da siyasi-kültürel referansları fark etmeksizin her bir insana teşmil ettiği bir dünya sistemi ise en büyük arzumuz, en güçlü özlemimiz.
Böyle bir dünya için hem ülke olarak hem bireyler olarak hem de kurumlar olarak elimizden geldiğince var gücümüzle çalışmalıyız, haksızlıklara ve özellikle dünyanın belli bölgesindeki insanların yaşam haklarına yönelik kolektif zulme karşı haykırmalıyız.
Türkiye ve Türk milleti, insan haklarına ilişkin âdeta deney sahasına dönen Suriye krizi ve mülteciler sorununda insan hakları söylemini lafzen değil, manen ve fiilen benimsediğini ortaya koymuştur ve dünyadaki başka aktörler ise insan haklarının “evrenselliği” ilkesine yakışmayan tavırlar sergileyebilmiştir.
Bu duygu ve düşünceler ile 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nü kutluyor ve hangi milletten olduğuna, nerede yaşadığına ya da nereden geldiğine bakılmaksızın tüm insanların insan haklarına azami düzeyde riayet edildiği, adalet ve eşitlik temelinde yükselen bir insan hakkı anlayışının çok daha fazla hayat bulduğu bir dünyaya hep birlikte kavuşmamızı temenni ediyorum.
Prof. Dr. Sait BİLGİÇ
Rektör