Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tarih Topluluğu, düzenlediği "Osmanlı'dan Günümüze Din Anlayışı: Gelişme ve Değişmeler" konulu konferans ile İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Harun Yıldız’ı konuk etti.
Konferansın açılış konuşması yapan Tarih Topluluğu Başkanı Zekeriya Şentürk Tarih Topluluğu olarak gerçekleştirdikleri tüm etkinliklerde vermek istedikleri mühim mesajın "tarihin önemi" olduğuna dikkat çekerek bu etkinlikte de tarihin önemini somut olarak görme fırsatı bulacaklarını ve bundan duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Tarih Topluluğu akademik danışmanı Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan da dinin; fertlerin, toplumun ve devletin hayatında az ya da çok etkiye sahip olduğunu belirttiği konuşmasında “Geçmişte çok daha büyük yaptırım gücüne sahip olan din anlayışı günümüzde de varlığını kuvvetli olarak hissettirmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyat fakültelerine yaptığı çağrının da din anlayışının birleştirici gücünün Türk toplumunda ön plana çıkarılmasına yönelik olduğunu görmek gerekir. Üniversitemiz İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Harun Yıldız hocamız Tarih Topluluğumuzun davetine icabet ederek ufkumuzu açacak bir konuşma yapacakları için kendisine müteşekkirim.” dedi.
Ardından konferansını veren İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Harun Yıldız Osmanlı’daki din anlayışı ve dinî düşünce tarihinin İslam ilim ve fikir mirası üzerine oturduğunu ve İmparatorluğun bu mirastan çok yönlü olarak beslenerek kendini geliştirdiğini dile getirdi. Prof. Dr. Yıldız bu anlayışın sonraki süreçte yaşanan sosyo-politik ve dinî-kültürel gelişme ve değişmelere bağlı olarak yeni boyutlar kazandığına işaret ederek “Kuruluşundan yıkıldığı döneme kadar Osmanlı toplumunda hâkim olan din anlayışı, hiç değişmeyen, tekdüze bir çizgi takip etmeyip siyasal ve toplumsal şartlara göre kendini sürekli geliştirmiştir.” dedi.
Prof. Dr. Yıldız söz konusu dinî anlayış ve bu anlayışın merhalelerini şöyle özetledi: “Kuruluş döneminde Osmanlı dünyasına hâkim olan anlayış; Hanefi / Matüridi bir anlayış olup dinin temel kaynaklarının ortaya koyduğu zihniyet ve hedefleri öne çıkaran bir yapıya sahipti ve önemli ölçüde de hoşgörülü bir karakteri yansıtıyordu, bu yüzden farklılıklara saygılı bir çizgiye sahipti. Bunu Orhan Gazi döneminde İznik’te kurulan ilk medresede görmek mümkün. Ardından Bursa, Edirne ve Yükseliş Dönemi’nde İstanbul’da kurulan Sahn-ı Seman ve Süleymaniye Medreseleri ile Anadolu; 15. yüzyılın sonlarından itibaren İslam dünyasının diğer bölgelerine kıyasla, ilmî ve kültürel anlamda öne geçerek önemli bir merkez haline gelmiştir. Düşünce bazında yine Kuruluş Dönemi’ndeki çizgiye yakın bir dinî anlayış egemenliğini sürdürmekle birlikte bunun biraz daha gelişmiş şekli olan Fahreddin Razi ekolünün ağırlığı var. Kuruluş Dönemi’nde Molla Fenari tarafından temelleri atılan ve pratik, akılcı yanı sıra da felsefi niteliklere sahip olan bu felsefi kelam geleneğinin Osmanlı kültür dünyasındaki en önemli temsilcileri; Hocazade, Sinan Paşa, Molla Lütfü, Kemalpaşazade ve Ebussuud Efendi’dir.”
Osmanlı’da hâkim olan bu bakış tarzının Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren birtakım siyasal ve sosyo-kültürel sebeplerden ötürü bazı değişiklikler geçirdiği bilgisini veren Prof. Dr. Yıldız bu süreci “Bunların başında, Azerbaycan’da doğan Safevi hareketinin propagandasını yaptığı Şii ideolojinin, Anadolu’yu ve Osmanlı’yı tehdit etmeye başlaması gelmekteydi. Bunun üzerine Osmanlı’daki Sünni anlayış keskinleşiyor ve Osmanlı Sünniliği, siyasallaşarak bir devlet ideolojisine dönüşüyor. Artık şeriat ve fıkıh vurgusu öne çıkıyor. Öyle görünmektedir ki Osmanlı siyasal iktidarı, Safevi tehdidi altında bulunan Erdebil’deki Alevi meşrep hareketin manevi otoritesini kırabilmek adına, daha güçlü bir inanç otoritesi olarak hilafeti getiriyor. Bu süreçte kısmen Selefilikle iç içe geçmiş bir Eşarilik anlayışı Osmanlı eğitim kurumlarına girmeye başlıyor. Memluk coğrafyasından gelen, hadis ve sünnet esintisiyle bütünleşerek ortaya çıkan bu yeni anlayış biçimi, etkilerini göstererek 16. yüzyılda Birgili Mehmet Efendi gibi bir isimle 17. yüzyılda Kadızadeliler Hareketi’nin ortaya çıkmasına yol açıyor; özellikle Kadızadeliler Hareketi'yle birlikte dinî ve fikrî müsamaha gittikçe azalıyor.” sözleriyle ifade etti.
O döneme kadar farklı tezahür ve yönelişlere sahip olan bu dinî anlayış biçiminin Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başlayan Yenileşme Dönemi’nde bazı çevreler tarafından problem olarak görüleceğini kaydeden öğretim üyesi Yıldız sözlerine şunları ekledi: “Böylece İmparatorluğun Batılılaşma taraftarı çevreleri bunu, geriliğin sebebi ve toplumsal gelişmenin önündeki engel olarak göreceklerdir. Bu bakışın yansımaları ise Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar bütün canlılığıyla sürüp gelmiştir.”