OMÜ Ziraat Fakültesi, Tarım ve Eğitimdeki 179. Yılını Bilimsel Bir Programla Kutladı”
10 Ocak 2025, Cuma - 19:00
Güncelleme: 12 Ocak 2025, Pazar - 21:22

- OMÜ’de Tarımsal Öğretimin 179. Yılı Kutlandı

- OMÜ'de Tarım Bayramı programı düzenlendi

- OMÜ Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Özcan:

- "Tarım, Türkiye için olmazsa olmaz bir sektör. Çünkü gerek biyolojik, gerekse ekolojik çeşit ve coğrafi konum itibarıyla Türkiye çok büyük zenginliğe sahip       bir ülke"

- Prof. Dr. Ahmet Güler ise “Arıların eksi 80 dereceye kadar 12 saat yaşayabildiği görülmüştür”

“Tarımsal Öğretimin 179. Yılı” ve “10 Ocak Tarım Bayramı”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi tarafından düzenlenen etkinlikle kutlandı.

OMÜ Ziraat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Güler’in “İklim Değişikliği ve Arıların Etkileşimi” konulu sunumuyla katılımcıları bilgilendirdiği programa, OMÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Çetin Kurnaz, Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Özcan, Samsun İl Tarım ve Orman Müdür Yardımcısı Mustafa Ensar Yılmaz, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Ziraat Mühendisleri Odası Şube Başkanı Havva Yurdunseven Bayzat, Arıcılar Birliği Başkanı Rasim Kaplan ve akademisyenler ile öğrenciler katıldı.

Prof. Dr. Muharrem Özcan: “Dünya tarımsal üretimi son 20 yılda yüzde 54 artarak 9,8 milyar tona ulaşmıştır"

İnsan yaşamındaki en önemli kaynaklar arasında tarım ve gıdanın da olduğunu söyleyen Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Özcan, “Son verilere göre 8,2 milyar nüfusa ulaşan dünya genelinde yetersiz beslenme ve açlık sorunları yaşayan 885 milyon insan bulunmakta, maalesef her gün yaklaşık 18 bin 500 kişi açlık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Nüfus ve tarımsal üretimdeki değişmeleri son 20 yıl düzeyinde incelediğimizde, dünya nüfusunun yüzde 27 arttığı, dünya tarla bitkileri üretiminin yüzde 52, meyve üretiminin yüzde 55 ve sebze üretiminin ise yüzde 65 oranında arttığı görülmektedir. Dünya tarımsal üretimi son 20 yılda yüzde 54 artarak 9,8 milyar tona ulaşmıştır. Bu veriler, üretimde yeterlilik anlamında sorun olmadığını göstermektedir. Tarım ve gıda üretimine ait veriler birlikte incelendiğinde dünya genelinde yaşanan birçok olumsuzluklara rağmen gıda üretimi ve arzında yetersizliklerin olmadığı, ancak üretim kayıplarının, hasat aşamasıyla birlikte başlayan kayıpların, israfın ve gıda dağılımındaki adaletsizliklerin gıda yetersizliği algısının oluşmasına yol açtığı görülmektedir.” diye konuştu.

“Türkiye tarımsal hasılada Avrupa’da 1’inci dünyada ise 10’uncu sırada yer almaktadır”

Sağlıklı yaşam için gıdaya erişim kadar önemli olan bir diğer konunun da, erişilen gıdanın güvenilir gıda olması gerektiğini belirten Prof. Dr. Özcan, “Son yıllarda iklim değişikliği yanında artan toprak, su ve hava kirlilikleriyle birlikte ortaya çıkan sorunlar, tarımsal üretimi önemli düzeyde olumsuz etkilemektedir. Bu sorunların aşılabilmesi için değişen şartlara uyum sağlayabilen genetik materyallerin geliştirilmesi ve çevre dostu üretim tekniklerinin kullanılması gerekmektedir.  Bu konuda tarımın paydaşlarına önemli görevler düşmektedir. Ülkemizde, değişen çevre koşullarına uyum sağlayabilecek bitkisel ve hayvansal genotiplerin geliştirilmesine yönelik birçok çalışmanın varlığı, bu sorunları aşmamızda bir güvence oluşturmaktadır. Ancak, daha fazla çalışmamız gerekir. Diğer yandan, tarımın değişen ekonomik koşullara uyum sağlayabilmesi ve sürdürülebilir olması için teknoloji ile iç içe olması gerekmektedir. Tarım ve Orman Bakanlığımızın üreticilere genetik materyal ve teknoloji kullanımı yönündeki destekleri, gelişen bilgi ve teknolojilerin üreticilerimiz tarafından kullanılmasını teşvik etmektedir. Türkiye tarımsal hasılada Avrupa’da 1’inci dünyada ise 10’uncu sırada yer almaktadır. Ülkemizde tarım, kırsal kalkınma, istihdam, ihracat ve birçok üretim ve imalat sektörü için hayati önem taşıyan bir sektördür. Türkiye, tarımsal üretim potansiyelini bölgesel jeopolitik konumuyla giderek daha fazla öne çıkaran bir ülkedir. Çiftçiyi bilgi ve teknolojiyle buluşturacak Ziraat Mühendislerine ve bu sektöre katkı sunan tüm paydaşlara giderek daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durum, tarımsal eğitim ve öğretimiyle birlikte ziraat mühendisliğinin de önemini artırmaktadır.  Halkımızın sağlıklı beslenmesi ve güvenilir gıdaya ulaşabilmesi için bu alana katkı sunacak elemanların yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu da nitelikli bir tarımsal eğitim-öğretimle sağlanabilir. Ülkemizde 179 yıl önce başlayan tarımsal eğitim ve öğretimin önemi her geçen gün daha da artmaktadır. ” ifadelerini kullandı.

Özcan'ın konuşmasının ardından emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Güler, "İklim değişikliği ve arıların etkileşimi" konulu sunumunda şu konulara değindi:

Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Güler ise “Arıların eksi 80 dereceye kadar 12 saat yaşayabildiği görülmüştür” 

Etkinlik bünyesinde sunum gerçekleştiren emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Güler, “Bal arıları (Apis mellifera L.), soğukkanlı hayvanlardır ve vücut sıcaklıkları çevre sıcaklıklarına bağlı olarak değişir. Aileler halinde yaşayan arı kolonilerinde ana arı, işçi ve erkek arılar olmak üzere farklı bireyler bulunur. Kolonideki bütün işleri yaptıkları gibi ısıyı düzenleyen de işçi arılardır. İşçi arıların göğüs organında bulunan kaslarda, hemolenf adı verilen arı kanı ile beslenirken üretilen enerji ısı enerjisine dönüşür. Bu şekilde arılar, çevre sıcaklığını düzenlemek için gerekli olan ısıyı üretirler. Ancak işçi arılar, bireysel olarak tek başlarına kolonide bu ısıyı düzenlemede yetersiz kalabilirler. Soğuk havalarda, örneğin eksi 20-30 derece sıcaklıklarda, işçi arılar birbirlerine sarılır, göğüslerini birbirine yapıştırır ve ısıyı muhafaza etmek için kıl örtülerini birbirlerine geçirirler. Bu davranış şekline “salkım oluşturma” denir. Soğuk stres bölgesinde ise, arılar eksi 40 dereceye kadar hiçbir olumsuzluk yaşamadan hayatta kalabilirler. Arıların ısı üretimini sağlamak için zorunlu ihtiyaç duydukları tek madde bitki özü olan nektar ve baldır. Bal olduğu sürece arılar, aşırı soğuk (kış, kar ve dondan) ya da sıcaktan hiç etkilenmeden hayatta kalabilirler. Örneğin, arıların eksi 80 dereceye kadar 12 saat yaşayabildiği görülmüştür. Hipertermik (termal stres) bölgedeki sıcaklığı arılar 48 dereceye kadar tolere edebilir. Kırk sekiz dereceyi aşarsa, olumsuzluklar, aşırı enerji kullanımı ya da ölüm görülebilir. Termal stresi gidermede kanat çırpma hareketi ile soğutma davranışı sergiler ve burada soğutma amacıyla suyu etkin şekilde kullanır. Arıların konfor bölgesi ise 24-26 derece arasındaki sıcaklıklardır.” dedi. Günümüzde tartışılan küresel iklim değişikliğinde yaşanacak 3-5 derecelik sıcaklık artışının doğrudan bal arısını olumsuz etkilemesi söz konusu değildir. Bal arısı yüzde 100 doğaya bağlı bir canlıdır ve sahip olduğu genomik yapı sayesinde ileri düzeyde adaptasyon yeteneği geliştirmiştir. Bu sayede çevreyi düzenleme becerisi güçlüdür. İhtiyaç duyduğu tüm gıda maddeleri (nektar ve polen) doğadaki çiçekli bitkilerdedir. Güneş sayesinde gerçekleşen bitki-fotosentez döngüsünde yetersizlik olursa, sam yeli (güney-doğudan eser) gibi hiç nem içermeyen aşırı kuru rüzgâr esmesi ve aşırı kuraklık yaşanması sonucu çiçekli bitkiler kaliteli ve yeterli miktarda nektar ve polen üretemezler. Bu durumda arıların gıda yetersizliği ile karşılaşmaları kaçınılmaz olur." diye konuştu.

“Anadolu dünya arı genetik çeşitliğinin yüzde 22-23’üne sahiptir”

Ahmet Güler konuşmasına şöyle devam etti:

"Arının ihtiyaç duyduğu gıda kaynaklarının (polen, nektar ve su) yüzde 99’u doğadaki çiçekli bitkilerdedir. Sahip olduğu farklı iklim bölgeleri sayesinde Anadolu çok zengin bir bitki gen havzasıdır. Bitki zenginliğinin beraberinde getirdiği gıda zenginliği sayesinde Anadolu aynı zamanda arı içinde mükemmel bir yaşam alanı olmuştur. Nitekim Anadolu dünya arı genetik çeşitliğinin yüzde 22-23’üne sahiptir. Arı çiçekli bitkiden zorunlu ihtiyaç duyduğu poleni (bitki erkek gamet hücresi) toplarken bunun farkına varmadan bitki dişicik tepesine poleni bulaştırır. Bu hareket ile adına polinasyon ya da tozlaşma denilen bitkide döllenme olayını da gerçekleşir. Arının yaşamı için çiçek gerekli ve zorunludur. Bu yönüyle bakıldığında çiçekli bitki ile arı birbirini tamamlayan ya da birbirleri için yaratılmış iki canlıdır. Arının bu etkinliği sayesinde bitki neslinin devamı sağlanır ve bitki verim ve kalitesi artar. İnsan gıdasını oluşturan çiçekli bitkilerin yüzde 74’nün tozlaşması arı tarafından gerçekleşir. Bu anlamıyla arı bu gezegenin sigortası ve hiçbir çıkar beklentisi olmayan bir insan dostudur. Dünyamızda gıda arzının sürdürebilirliği dikkate alındığında arı yetiştiricinin desteklenmesinin ne kadar önemli olduğu açıktır. Arının bu etkinliği ile Türkiye’nin tarımsal ürün hasılasına katkısı yıllık 11 milyar dolardan fazladır. 

Diğer tarafta en eski arı fosili 100 milyon yıl öncesine aittir. Arılar bu süre içerisinde gezegenimizin geçirdiği sayısız doğal döngülere (aşırı sıcak ve soğuk iklim, buzul çağları gibi) maruz kalmış ve hepsinden başarıyla çıkmıştır. Nitekim son yüz yılda meydana gelen sıcaklık artışı 1,2 derece kadardır. Arı bu düzeydeki ısı artışını kolayca tolere edebilmektedir. Dünyamızın, yörüngesindeki döngüsü sonucu meydana gelen astronomik olaylar dünyamız iklimindeki dış kaynaklı değişimlerin (aşırı sıcak, soğuk, rüzgâr, fırtına, sel, tufan, buzul çağı vb) ana nedenlerini oluşturur. İçin de bulunduğumuz dönem, yaklaşık bin yıl önce başlamış olan ve kuzey yarım kürede tekrardan ısının arttığı dönemdir. Gezegenimizde onlarca buzul çağı yanı sıra bir o kadarda tufan yaşanmıştır.

Arıların ölümüne ve yok olmalarının sebebi küresel iklim değişikliğinden ziyade insanoğlunun günümüzde dünyayı sorumsuzca kirletmesidir. Yirminci yüz yılda kullanılan milyarlarca ton fosil yakıtlar yanı sıra bugün Dünya’da yıllık 210 milyon ton kimyasal gübre ve 3 milyon tona yakın pestisit kullanılmaktadır. Gübre ve pestisit kullanım alanlarında arıların yaşama şanları hemen hemen hiç yoktur. Örneğin sistemik Neonikotinoid adlı insektisitler arıların yön bulma, uçma ve gezinme yeteneklerini kaybetme ve sinir sistemini tahrip etme sonucu hafıza kaybı yaşamalarına sebep olmaktadır. Ayrıca, günümüzde baz istasyonları, yüksek gerilim hatları, cep telefonları, endüstriyel şekerler, arıya bal bırakmama, deterjanlar, yanlış yetiştirici uygulamaları, arı fizyolojisine uygun olmayan yem kullanımı, hastalık ve zararlı varlığı, aşırı antibiyotik ve akarisit kullanımı sonucu bal arısı büyük stresle karşı karşıyadır. Bu streslerin birkaçını aynı anda yaşayan arı tükenmişlik sendromuna yakalanır. Ne yazık ki bugün Dünya’mızda hava, su, toprak ve flora kirlenmiştir. Bu nedenle insanoğlunun çok önemli bir dostu olan bal arısı mutsuz, huzursuz ve nesli tehlike altındadır."

Daha sonra öğretim üyeleri ve öğrencilerden oluşan Başak Korosu, türküler seslendirdi.